ALPEREN' İN ARDINDAN
1 sayfadaki 1 sayfası
ALPEREN' İN ARDINDAN
Son zamanlarda nedensiz bir hüzün kaplıyor ruhumu… Ve davetsiz bir misafir gibi işgal ediyor hücrelerimi tüm sevimsizliğiyle. Buna direnmek bile gelmiyor içimden. Belki de seviyorum hüznü.. Kim bilir sonbahara olan tutkum da bu yüzdendir belki..
Omuzlarıma kurşundan bir efkar balyası gibi çöküveren hayata inat, “direncinle yaşarsın” diyorum kendime sık sık.. Ve yaşadıkça direnirsin… Tam da beynimde biriken onlarca soruya cevap ararken, avucumda titreyen telefonla kendime geliyorum.. Derin bir uykudan uyanmış gibi.. Ama gözlerimde mahmurluktan eser yok… Gelen mesajı okuyorum gönülsüz: “ Alp-Eren’ i gerçek sahibine teslim ettik… Dualarınızı bekleriz…”
Ve zaman duruyor.
Hepsi iki cümle… Ama ne çok okuyorum.. Ne uzun sürüyor.. Ne sessizliğe saplanan klaksonları duyuyorum, ne de bağrışan çocukları… Gözlerim çağıldayan iki bulak şimdi.. Dudaklarımdan dökülüveriyor belirli belirsiz:
“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun…”
Ağlıyorum..
Ağlayabilmek ne büyük nimet.. Ağlamasam boğulurdum diye düşünüyorum.
Ağlıyorum.. Anlıyorum..
“O’ ndan geldik ve yine O’ na dönücüleriz..”
Ve şimdi bayrak olmuş ismi dudaklarımda vecd ile tekrarladığım bir tesbih sanki… Dağarcığımdaki tüm sözcükler tükenmiş.. Sadece O’ nun adı kalmış… Yüreğimden gelip geçiyor gülümseyen gözleri.. Ve şuursuzca mırıldanıyorum..
Alperen.. Alperen… Alperen...
Siz tanımazsınız Alperen’ i… Ben O’ nu tanıdığımda henüz üç ya da dört yaşlarındaydı. Hemen yan binamıza taşınan Nevzat Ağabey’ in gözbebeği, mahallemizin sevgilisiydi Alperen.. Sarı saçları ve üzüm gözleriyle ben eve girmeden mutlaka yakalar beni ve ellerimi tutup dudaklarına götürür bıyıklarının çıkıp çıkmadığını kontrol ettirirdi bana… İkimiz için kutsal bir ritüeldi sanki bu.. Her karşılaşmamızda, yani her gün tekrarlanırdı..
“Off Alperen.. bıyıkların çok gür çıkmış parmaklarımı kanatacak” dediğimde gözleriyle değil, yüreğiyle gülümserdi..
Ay gibi yüzü nur dolu bir kase gibiydi.. Işıl ışıl… Büyümüşte küçülmüş derler ya hani.. Öyleydi Alperen.. Çok severdim.. O da beni…
Hayat beni buraya savurdu… Nevzat Ağabey’ i Safranbolu’ ya… Yılda zaten şartlarımızı zorlayarak ancak birkaç kez gidebildiğimiz memleketimizde ne Nevzat Ağabey’ le ne de Alperen’ le karşılaşmak nasip olmadı..
Ama dost sohbetlerinin vazgeçilmeziydi Alperen… Yüreğimiz bir, yolumuz bir, yönümüz bir… Sık görüşme fırsatımız olmasa da yüreğimdeki sıcaklığını hep hissetmişimdir..
Ve şüphesiz dualarını…
Çok şey söylemek isterdim Ağabey sana…
O gün boğazıma düğümlenen hıçkırıkları tutmaya çalışarak söyleyemediğim ne varsa hepsini söyleyebilmek isterdim…
Ama ne diyebilirim ki…
O bir Alp- Erendi… Ve Rahmet-i Rahmana kavuştu..
Ne diyebilirim ki Ağabey…
Vuslatsız sevdalardan muhafaza buyursun Rabbim bizleri… O bir melek.. günahsız bir melek.. Şefaatçimiz olur inşallah…
“Allah verdi, Allah aldı.. Gerçek sahibine teslim ettik elhamdülillah” diyen, diyebilen iman, idrak ve şuur sahibinin ellerinden ve bu şuurla ALPEREN yetiştiren annenin ayaklarının altından cenneti öpüyorum…
ÖLÜM GÜZEL ŞEY BUDUR PERDE ARDINDAN HABER…
HİÇ GÜZEL OLMASAYDI ÖLÜR MÜYDÜ PEYGAMBER
25 Temmuz 2006, İstanbul
Omuzlarıma kurşundan bir efkar balyası gibi çöküveren hayata inat, “direncinle yaşarsın” diyorum kendime sık sık.. Ve yaşadıkça direnirsin… Tam da beynimde biriken onlarca soruya cevap ararken, avucumda titreyen telefonla kendime geliyorum.. Derin bir uykudan uyanmış gibi.. Ama gözlerimde mahmurluktan eser yok… Gelen mesajı okuyorum gönülsüz: “ Alp-Eren’ i gerçek sahibine teslim ettik… Dualarınızı bekleriz…”
Ve zaman duruyor.
Hepsi iki cümle… Ama ne çok okuyorum.. Ne uzun sürüyor.. Ne sessizliğe saplanan klaksonları duyuyorum, ne de bağrışan çocukları… Gözlerim çağıldayan iki bulak şimdi.. Dudaklarımdan dökülüveriyor belirli belirsiz:
“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun…”
Ağlıyorum..
Ağlayabilmek ne büyük nimet.. Ağlamasam boğulurdum diye düşünüyorum.
Ağlıyorum.. Anlıyorum..
“O’ ndan geldik ve yine O’ na dönücüleriz..”
Ve şimdi bayrak olmuş ismi dudaklarımda vecd ile tekrarladığım bir tesbih sanki… Dağarcığımdaki tüm sözcükler tükenmiş.. Sadece O’ nun adı kalmış… Yüreğimden gelip geçiyor gülümseyen gözleri.. Ve şuursuzca mırıldanıyorum..
Alperen.. Alperen… Alperen...
Siz tanımazsınız Alperen’ i… Ben O’ nu tanıdığımda henüz üç ya da dört yaşlarındaydı. Hemen yan binamıza taşınan Nevzat Ağabey’ in gözbebeği, mahallemizin sevgilisiydi Alperen.. Sarı saçları ve üzüm gözleriyle ben eve girmeden mutlaka yakalar beni ve ellerimi tutup dudaklarına götürür bıyıklarının çıkıp çıkmadığını kontrol ettirirdi bana… İkimiz için kutsal bir ritüeldi sanki bu.. Her karşılaşmamızda, yani her gün tekrarlanırdı..
“Off Alperen.. bıyıkların çok gür çıkmış parmaklarımı kanatacak” dediğimde gözleriyle değil, yüreğiyle gülümserdi..
Ay gibi yüzü nur dolu bir kase gibiydi.. Işıl ışıl… Büyümüşte küçülmüş derler ya hani.. Öyleydi Alperen.. Çok severdim.. O da beni…
Hayat beni buraya savurdu… Nevzat Ağabey’ i Safranbolu’ ya… Yılda zaten şartlarımızı zorlayarak ancak birkaç kez gidebildiğimiz memleketimizde ne Nevzat Ağabey’ le ne de Alperen’ le karşılaşmak nasip olmadı..
Ama dost sohbetlerinin vazgeçilmeziydi Alperen… Yüreğimiz bir, yolumuz bir, yönümüz bir… Sık görüşme fırsatımız olmasa da yüreğimdeki sıcaklığını hep hissetmişimdir..
Ve şüphesiz dualarını…
Çok şey söylemek isterdim Ağabey sana…
O gün boğazıma düğümlenen hıçkırıkları tutmaya çalışarak söyleyemediğim ne varsa hepsini söyleyebilmek isterdim…
Ama ne diyebilirim ki…
O bir Alp- Erendi… Ve Rahmet-i Rahmana kavuştu..
Ne diyebilirim ki Ağabey…
Vuslatsız sevdalardan muhafaza buyursun Rabbim bizleri… O bir melek.. günahsız bir melek.. Şefaatçimiz olur inşallah…
“Allah verdi, Allah aldı.. Gerçek sahibine teslim ettik elhamdülillah” diyen, diyebilen iman, idrak ve şuur sahibinin ellerinden ve bu şuurla ALPEREN yetiştiren annenin ayaklarının altından cenneti öpüyorum…
ÖLÜM GÜZEL ŞEY BUDUR PERDE ARDINDAN HABER…
HİÇ GÜZEL OLMASAYDI ÖLÜR MÜYDÜ PEYGAMBER
25 Temmuz 2006, İstanbul
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz